29 Nisan 2012 Pazar

tatil

güzel havada güzel yürüyüş
kahve
güzel sofra
güzel şarap sonrası keyifle sevişip uyuyabilmektir

27 Nisan 2012 Cuma

çocuk gibi

çocuğum yok
etrafımda küçük çocuğu olan arkadaşım da yok
bildiklerim pratikten değil, teoriden

ama düzenin bir çocuğu nasıl mutlu ettiğini, nasıl huzurlu ettiğini öğrendim
güzelmiş

25 Nisan 2012 Çarşamba

zaaf

zaaf doğru kelime olmasa gerek bu durumda
düşündüm de gelmedi şimdi aklıma

dünyanın en beyefendi adamlarının içki ile bir şebek haline gelmesi hep güldürmüştür beni
özellikle konu iş ise, ve bir iş yemeğinde isen, resmi limit olmalı bu şebeklikleri önlemek için
çizgiyi aşamamalılar
üzüldüm akşam, saygımı biraz kaybettim akşam, çabalayan ortağına üzüldüm...
yazık

normal

her şey normale girdiğinde, pamuk gibi oluşumu pek seviyorum
günün ritmi arttı
kaygılar pek az
enteresan duyumlarım var...
hani? olur mu ki? bilmem... hayal etmeye korkarım. ama olursa bokunu çıkarırım, söz bak :)
du bakalım...
Allah büyük
gösterecektir bir şeyler daha

23 Nisan 2012 Pazartesi

keramet

ne rakıda
ne patlıcan salatasında
ne de tavuğun kanadında

keramet, dostun yanı başta olmasında
konuşmakta
güneşin sebebi de budur zati bu sabah, yoksa parlasa ne olur, kapkaranlık gelirdi

bazen

çok konuşmak mı yoksa çok susmak mı bilemiyorum

bildiğim, ben arkadaşımı özledim ve bu kafamı yiyor

bir süre sonra alışacağım yokluğuna, kendimi tanıyorum
aynı müjde'de ki gibi olacak
çok seveceğim, çok özleyeceğim, ama yerimde durmaya devam edeceğim
çünkü bir daha canımın acımasına izin vermek istemeyeceğim
çünkü kendi silahımla vurulmayı bir daha göze alamayacağım

birisini her ne sıfat/rol ile olursa olsun, çok sevdiğinizde ister istemez tüm sizi öldürecek silahları da eline veriyorsunuz, sonra bekliyorsunuz ki, o silahları kullanmasın, ne varsa içinde o da döksün ama susmasın.
susmanın eli kolu kaybetmek gibi olduğunu bilsin.
karşısındakinin normal olmadığını da bilsin.

söylemişim ya daha önce sen kal, herkes gitsin
kırılsam da içimde yapıştırmaya kalkmışım işte
bir yer gelmiş, patlamışım
ama susmamışım, başkaları bu kadarını bile hiç bir zaman bilmezken, sen bilmişsin
değişmek için, çabalamışım
elimden geleni bu kadar
doyurmuyorsa, girebileceğim bir yarış yok
daha fazlası yok

peynirciye çemkirirken, çocuk beyin kanaması dediğinde kaldım ya, hani gelip elini koydun ya sırtıma
o önemli idi
gerisi, gereksiz belki
hayatta her şeyden fazla sevdiğim/her şeyden fazla fazla seven adam, babam, seçimlerde anlaşamadık diye 5 sene sustu mu?  bir kez onu yaşayınca.... sakatlık başlamış işte.  duvarları öğrenmişim bir kez, örmeyi de, arkasında yaşamayı da, sessizliği de.


tek çocuklarız biz
başkalarına göre daha huysuz, daha uyumsuz
ama sevdiğimiz de tüm seçiciliğimizle seçtiğimiz olmaz mı?
çok kıymetli olmaz mı?  sen de baba gibi mi olacaksın?

yetmez mi artık çocuk?

bugün

iş olmasa iyi idi
bugün de içerdim
yine sarhoş olamazdım

20 Nisan 2012 Cuma

masal

durup duruken bana masal anlat dendiğinde, ağzını açabilecek çok az insan var
genel teamül, gülüp, laf karıştırmaktır
oysa masal dinlemeyi istemekte, anlatabilmekte aslında yaşamak demektir
yaşamaktan korkmamak gerekir



kendime not

leş kargalarını kaale alma

nasıl olsa filmin sonu belli, uzatmanın manası yok
sonuç değişmez,debelensinler
hayatlarına renk gelir

HEP ŞİKAYET

evde badana başladı - şikayet
kafamı tam işe veremiyorum - şikayet
radyo tam sevdiklerimi çalmıyor - şikayet
nergisim yok - şikayet

vırvırvırvır...
sevmedim beni
bir tek güneş güzel

19 Nisan 2012 Perşembe

müzik

ayvalık yollarının 2 arkadaşı
ezine'den sonra ayvalık boyu: http://www.hybridradio.gr/

trakya'da: http://www.thrakifm.gr/thrakifm/welcome.html

bugün thraki günü
sabahlamaya eşlikçi

yine

yağmur.
gidelecek uzun yol
istanbul trafiği
anlatılacak 20 model
dinlenecek binbir şikayet

maymunla ilgili bir sürü yeni çıkan karışıklık, az biraz korku, biraz panik, biraz soru işareti
son bir kez modena'ya gidip gitmeme düşüncesi
tam rayına oturdu derken, raydan çıkan tren
geri oturtmak için çabalar
yorgunluklar
sonuç gelecek mi bilememek

karışık günler yine
bir güç, yine kalkılır altından
yine devam eder hayat
bir de patron para kaybetmek mi itibar kaybetmek mi dengesini oturtsa
sonrası kolay...

18 Nisan 2012 Çarşamba

en tuhafı

hiçbiri
hepsi
başkası ile yaşansa ve anlatılsa, oha diyecek insanın tavırları en tuhafı

tartışmakta bu işe dahil, kavga da, gülmekte, ağlamakta, susmakta, konuşmakta
ama en çok anlamak dahil
anlamaya çalışmak dahil

yolda tüm olan biteni kafamdan geçirdim, anlatsam hepsinde haklı görülecektim
oha nasıl yaptı ki, kırmadın mı kafasını denecekti

hangisi daha çok kırdı şu an bilemedim
kızdıklarım mı
kızdıklarımı anlatınca okuduklarım mı?
tüm açıklığa rağmen ifade edememek mi?

üzüldüm... basitçe....

bazen

yazıların alt metni yoktur
yazıldığı kadardır
bunu anlatmak için bir araba daha laf söylemek zorunda kalmak çıldırtıcıdır
bok var çünkü
"çok zekiyim, ben bunların altını da görürüm"
illa bir şey göreceksen aha işte yazdığım orada
onu gör
o kadar çünkü
hıı de, anla, tekrar etme, o kadar bitti gitti
ne gereği var çirkinleştirmenin? daha da üzmenin? kırmanın?

ateş

sinirden ateşe kestiğinde vucut, nereye saldıracağını artık bilemez oluyor
bugün o gün
kendimi kavurmadan geçirebilmek gerek günü

17 Nisan 2012 Salı

çok sinirlendiğimde

ayvalık bile işe yaramamışsa, yapılacak tek şey eski yöntem
1 saat ilaç gibi
yalansız, dolansız, koşullar belli
başka da iyi gelen yok

kota / sabır

manasızca sabredip, kendimden yiyeceğime
4 hata hakkınızı tamamlayıp siz uyuz olun

enough is enough


hani

hani zannediyorsun ya şimdi her haltı bildiğini
geçtiğimiz yollardan geçeceksin
burnun sürtecek
bugün ki gibi kalkık burun olamayacaksın
çünkü hayat var önünde
ister istemez terbiye ediyor
çok çalışırsan ancak o burnun havada kalabiliyor
yanlış kararlar vermez isen burnun havada kalabiliyor

sen de dene şimdi kendi yolunu, ama bugun ki konuşmanın bende istediğin etkiyi yapmadığını, yapmayacağını bil....

Magic City

yaz geliyor ne seyredilir ki derken çıktı
50ler furyasından
iyi tarafı doya doya jefrey dean morgan seyredebilmek
otelimiz Miramar otel
sendikacılar
mafya
sigaralar
bakımlı kadınlar
serseri çocuklar

imdb 7,5 demiş
bir iki bölüm sonra kendi notum da eklenir


16 Nisan 2012 Pazartesi

araf

özgürlükle düzen arasında bir yer araf
hangi yöne gideceğim muamma

15 Nisan 2012 Pazar

ayvalık

yine çiçek, yine güzel etti bizi
yağmuru, off roadu derken geçti bitti işte
beni rakıya mı alıştırıyor ne bu deniz
boğazın edemediğini ediyor
beni yumuşatıyor
beni dinginleştiriyor
beni munisleştiriyor
var bir hikmet o toprakta

hele o taksiyarhis yatağı... sabah uyuması başka güzel, öğlen uykusu başka
dinlenmek orada bana
alçak yastık bile kaçırmıyor uykumu
ne de gözüme giren ışık
ne sokak ahalisinin dedikoduları

mutlu gidiyorum her seferinde, mutlu dönüyorum
yörük mehmet beni tatlara boğuyor
yörük mehmet'in mamaları bana rakı içiriyor
1,5 kadehe terfi ettim hatta
gelecek sefer 2 olacak sanki
bir de dönüşün yokuşu olmasa :)

dönüşte karşılayan o zilli havhav olmasa
sattı aşkımı 2 saniyede ama olsun be yaw
yabancıya gitmedi en azından :)
mutlu döndüm ben
çok mutlu döndüm
akşam huzurlu uyudum
ayvalık kendisi bir sevgili, sarılmış hissediyorum orada, sarmalanmış, korunmuş, sevilmiş
ayvalık ve ben bir çift olduk sanki
yalnızlığımı aldı

13 Nisan 2012 Cuma

öfke

bastırmak
bastırmamak
bastırmak
bastırmamak

bastırmak
bastırmamak
bastırmak
bastırmamak

bastırmak
bastırmamak

bazen

yazı da yazmak istemiyor insan
kafadan geçen bin şeyi konuşmak istiyor
sonra ufffff what's the point deyip basıp gidiyor mekandan insan

12 Nisan 2012 Perşembe

big c

yeni bölümler düştükçe big c yi seyrediyorum

bu hafta ki bölüm "what's your story"

sahi what's my story? and what's your story?

galiba en uzun

galiba en uzun ilişkisiz dönem geçiyor hayatımda
bir tarafta yalnızlık korkusu, diğer tarafta "gibi" yapmaya tepki
en bi diğer taraftan peşini bırakmayan geçmiş
ne kadar çıkmış olursan ol, yine de o ilişki ve getirileri peşinde
tuhaf olan, artık bir şey ifade etmemeleri
ya da ifade ettiklerinin güçlü olmayışı

diğer taraftan, yaş ermiş kemale, herhangi birisini kabul edememe durumu var
bir özellik bekliyor insan
bir değişiklik
hem dünyayı hafiften sarssın, hem de güven versin
imkansızı tarif bir nevi

diğer yanda özgürlüğe iyice alışmak var
özgürlüğün lükslerine bağlanmak

ama diğer bir yana doğru kafa çevrildiğinde, özlenen sabah sevişmeleri, bildiklikler

başıma vurmuş evet
susayım ben

11 Nisan 2012 Çarşamba

daha çok var ama

adet oldu her taşınmada bir şeyleri bırakmak
bundan sonrası yeni
taze

mektup


geçen haftaki mektubu okuduğumdan beri kafamda dönüp duranlar var.
ne kadar yumuşayabiliyormuşum 10 sene önce, sevgimi ifade ederken ne kadar cömertmişim, hatta hayal kurabildiğimi de hatırladım.
Zamanla insanın ne kadar kabuk bağlayabildiğini fark ettikçe üşür oldum.
hele 2-3 gündür elim ayağım buz gibi.
hele ki bir haftadır baba dizi dibinde olunca ister istemez 17-18 yaşındaki hallerim geçiyor hep aklımdan, o dönem nasıl hissettiğim, ne kadar kendime güvendiğim, ne kadar sevebilmekten korkmadığım, nasıl cesurca hareket ettiğim, kendime ne kadar güvendiğim...
fark insanı üşütecek kadar büyük.
direndiğim yenilgiyi kabullenmek. oysa, insan dese ki ben yenildim, ağlasa biraz, üzülse, geçecek belki herşey bir müddet sonra, yenilenecek insan ve devam edecek yoluna daha mutlu, daha huzurlu.

oysa bu sabah, elime tutuşturulan bir topitop yerle bir etti, böğürerek ağlama krizi.

bir kez eskiler düştü mü akla, gelen giden çok oluyormuş, olmadık bir sergi haberinde eski bir ilişkinin diğer kahramanını gördüm, gerçi ilişki demek abes, bir zaman dilimi paylaşılan diyelim...
dede olmuş, torunu var
o dönem o benim bugün olduğum yaşta
deli dolu
şöyle bir fotoğraflara baktım, gözler hala aynı gözler
daha fazla beyaz, pörsümüş cilt...
önce bir merhaba diyeyim dedim, sonra gitmedi elim
geçmişin olduğu yerde kalması daha güzel geldi

önüme bakıp yepyenileri kucaklamak isterken, gereksiz bir hareket olacaktı
hey gidinin sarp'ı... dede ha?

araf


araf dönüp duruyor yine kulağımda

Yerimi bilmem,bilmem ne taraftayım

bilmiyorum bende, bildiğim eskiden saklandığım, kendimi topladığım ne varsa artık çok işe yaramıyor. her gün bir şeyler sokuluyor gözüme ve tekrar tekrar fark ediyorum geride kalan olmadığımı.
iki seçenek var: ya bu hali kabul edeceğim, ya da eskiye dönmekte inat edip akıntıya karşı yüzeceğim boğulmayı da peşinen kabullenerek.

sonra deli başlıyor çalmaya
Beni büyütün, ağlatmayın sevginiz nerede övündüğünüz
Beni büyütün, ağlatmayın sahte düşlerle oyalamayın

büyüdüm mü? yoksa pas geçtiğim bir döneme geri mi döndüm? bilmem...
her gün duyulanlara bir yenisi eklendiğinde, nefesim kesiliyor. bu kadar cesur olabilir miyim? tüm deliliğime rağmen? en büyük risklere atlayabilecek kadar deli olur muyum yine?

sonra aşk içinde çalıyor
belki varsin belki yoksun bi habersin belki toksun

olmayacak tekliflerle, olmayacak şeylerle aklım karıştığında ne yapılır ki? bana ya evet ya hayır dediğinde sana güvenecek hal kaldı mı bende? herşeyi sil ve gel dediğinde? yürüyecek güç, yürüyecek cesaret var mı bende? sen var gibi yaparken, seni dinlemek mi gerekir, yoksa kaçıp uzaklaşmak mı? her şeyini serdiğinde peki mi demek gerekir, yoksa arkaya bakmadan gitmek mi? yolun bundan sonrası çok uzun değilken devam mı etmek gerek gözleri kapatıp, yoksa? ne yapmak lazım?
senin için söylenen doğru mu acaba diye bir an durmadım değil. ama en ufak doğruluğu olsa hiç mi bana rastlamazdı? bir çok şeye dil uzatan olsan, nasıl tanıştığımızı düşünüp bugüne dek bana hiç mi bir şey demezdin? gerçi sana hiç böyle bir fırsat vermedim. ama ... ama işte... silmek mi her şeyi? ama her şeyi?
tüm riskleri almak mı? hadi dediğin an koşmak mı? başım dönüyor
bu kadar bilgi fazla, bu kadar teklif fazla...

sonra sevda çiçeği
Sakin, kimsesiz ve sahipsiz uykularımda, şimdi artık seni koklar yalnızlığım

diyorsun ki hiçbiri olmasın sen gel... aynı yerde yiyelim, aynı yerde içelim, hadi gel 24 saat... gelebilir miyim? gelirsem bir daha çıkamam, tüm yollar kapanacak. her koşulda yürüyeceğim tek yol olacaksın, halim kaldı mı benim buna? bir diyebilsem ki evet artık yarı yol yok. çıkmıyor ağzımdan, içime bakıyorum, hadi yürü der mi diye... her şeyi halledeceğim diyen sana inanayım mı? sen tüm sesleri susturabilir misin? gerçekten her şeyi bozup bu yola mı sereceksin? bu kadar geri dönüşsüz çıkacak mıyız yola?
tam ayaklanırken, karıştıracak mısın kafamı?

azı şarkılardan, çoğu senden
araf mı santrifüj mü?
parçalara böldü isen, ne kaldı geriye?

ilişkiler neden özleniyor


- gece uykuya dalmadan önce konuşmak için
- karın ağrırken bir elin karnı okşaması için
- sebepsiz hüzünlerde, kafayı göğüse gömmek için
- dışarıda kurban aramak sıkıcı olduğu için
- dokunmak için

başka?

biterken 2011


ilk 6 ayı süper, son 6 ayı kabus gibi geçen bir sene çok şükür yarın bitiyor
ister istemez kafa muhasebede. temizlenmesi gereken çok şey temizlendi son 6 ayda, sarstı, çalkaladı, ters yüz etti ama hakkını yemeyelim, çok fazla temizlik yaptı, yeni bir seneye temiz başlamak için gerekenleri hakkı ile yerine getirdi.
ben biraz şaşkın, biraz yorgun, biraz mutlu halimle etrafa bakınır haldeyim.
bir taraftan kendimce radikal adımlar atarken, diğer taraftan sandığı karıştırıp eskileri çıkarıyorum, diğer yandan da yepyeni şeyler istiyorum.

sandıklardan eskileri çıkarmanın nedeni, hem yenilerden ürkmek hem de çaba harcamaktan kaçınmak, bildik riskleri taşımak... dün de çıktı mesela, iyice tozlu yerlerden. aynı duyguları vermesi zaten beklenemezdi, tek handikap acaba değişiklik var mı? yokmuş allahtan. istenenler alındı, verildi, beyne hücum edenler yerlerine döndüler.

kendim için dileklerimi sessizce sıraladım, şimdi sıra sizlere dilediklerimde:

- birinin tek istediği olun
- hayal edebilin
- geceleri uyumadan önce bacaklarına dolanabileceğiniz biri olsun
- arkanızı kollamak zorunda kalmayın
- birinin gülümsemesi midenizde kelebekleri uçursun
- doya doya gülün
- daha sabah gün aymamışken, bir akşam programı yapın ve bu programa sadık kalın, programın heyecanı tüm gün gülümsetsin sizi
- sizi gülümsetmek için çırpınan biri olsun
- sizi yeterince sevmeyen herkesten uzaklaşacak cesaretiniz olsun
- her şeyinizi anlatabildiğiniz özel bir dostunuz olsun
- sofralarda uzun keyifli saatler geçirin
- bitmesini istemeyeceğiniz tatilleriniz olsun
- çok yer gezin
- çok şey öğrenin
- sevinçten ağlatacak haberleriniz olsun
- güvenin
- gözünüzü hazır bir kahvaltı sofrasına açın
- kimsenin mükemmel olmadığını bilerek hareket edin
- farklı bakış açılarınız olsun
- sürüden ayrılın
- kontrolünüzü en az bir kez gönüllü kaybedin
- hiç bir şey yapmamakla meşgul olacağınız en az bir gününüz olsun
- kulağınız güzel melodilerle dolsun

seks ve sevişmek



en son en zaman seviştiğimi söylemek için çok düşünmem gerekir
ama seks için liste çıkarabilirim hemen
en son ne zaman birinin gözüne uzun uzun baktım ve dahi öpüşmenin tadını çıkardım hatırlamıyorum bile...
birinin elini ne zaman tuttum? ya da yüzünü okşadım?
ya da en son ne zaman acaba araya bir sahne, bir aksesuar, bir detay, bir şey bir şey katmadan?
en son ne zaman naif olabildim?
en son ne zaman ipleri elimde tutmadan, sadece kadın oldum?

baş etmek için bildiğim başka yol yok...
keşke 2 kadeh, bir sigara yetse
tam bir failure
kocaman...

panzanella

31.01.2011



her ne kadar güney italya mutfağını sevsem bile, toscana açık ara öndedir her daim.
basitliğin güzelliği...

önceleri bayat ekmek ıslatılıp parçalanmış, içine taze fesleğen ve kırmızı soğan konup tuz sirke zeytinyağı ile gelmiş sofraya. Geleneksel filan değil, bildiğiniz fakir fukara yemeği. haftada bir ekmek pişiriliyor, e son günlerde kurulaşıyor tabii, atmak olmaz, hooppp çözüm işte.
zaman içerisinde domates eklenmiş içine, salatalık... daha da zenginleştirmek isteyenler zeytin, roka, pecorino, yumurta vs eklemişler.

tercihim tam toskana ekmeği tutsuz tatsız, domates, fesleğen, kırmızı soğan, pecorino...
yanına da güzel bir ızgara et ve bir shiraz...
e sono felice....

anneanne


kulaklarını çınlattım bugün...
önce lahanalı böreğinden yaptım
pişmesini beklerken çöküktü omuzlarım
sonra ayranı senin gibi yaptım
yedik hep beraber, öğrenmediklerimize kahrederek
sonra giydim altıma bir şeyler çıktım yürüdüm arkadaki parkta
deli danalar gibi döndüm durdum
yorulunca salıncağa bindim
yine senin kulaklarını çınlattım
sallandım uzun uzun
sonra bir çocukla annesi geldi
yanımdakine bindirdi
güldük beraber sallanırken
uzun zamandır yapmadığım small talk
iyi geldi
sonra çocuk güldü, ben güldüm
kikirdedik
bana iyi geldin çocuk, küçücük halinle çok iyi geldin bana
şimdi duş vakti
temizlenme vakti yine
yarın akşam özlediğim, burnumda tüten, konuşmayı özlediğim bir dostla yemek pişirmeye gideceğim
temizlenmek lazım şimdiden, hazırlanmak, belki azıcık süslü olmak eskisi gibi
kirlenmeden saklanan az dosttan biri
ben yemekten sonra biraz sırtını kaşıyıp uyuturum bile ki seni dediğinde, bana kahkaha attıran, göze yapışan küçücük damlayı kahkaha ile akıtan dosta gidiş var yarın akşam
bir fotoğraf makinesi edinmeli böylesi anlara
ki kalsın onlar köşede
sabah ki gibi ruh halleri geldiğinde daha kolay kovalanırlar

91den bugüne 21 sene, özledim be anneanne...
ilk anne...

opssss



dolayısı ile yemekten de haberler vermek lazım gelir

hani canınız makarna istedi
sos yapmaya da üşendiniz
dediniz ki ben bi macro'ya gideyim, alırım bir sos
sonra rafta baktınız aaaaa jamie oliver'ın sosları raflarda
alayım dediniz
bir şeyi unutmayın, size maliyeti 26 TL olacak
yes yes tam 26 TL
ithal edeniz döveyim, alan salağı 2 kez döveyim
tuzu ile ilgili kritiklerini de şuradan okuyabilirsiniz: http://www.guardian.co.uk/lifeandstyle/wordofmouth/2009/nov/12/jamie-oliver-salt-pasta-sauce

fetih 1453


şişirilmeden piyasaya sürseler ve gitsek belki, adamlar çabalamış canım der geçer giderdik. Ama ooo 17,000,000 dolara mal oldu, efektler şöyle böyle aman da aman diye şişirirseniz bir filmi, doğal olarak beklentimiz yüksek olacaktır.

Blog yazarları toplu halde cevahir'de 21,45 seansında filmi seyrettiler.
Bir komedi filminde ne kadar gülerlerse o kadar güldüler, ve dahi otoparktan çıkış/çıkamayış maceraları daha da komikti.

film peygamberin meşhur "istanbulu alan pek kutludur"u ile başladı.hani uğraşsalar daha klişe ne yapardık diye, sanmıyorum ki becerebilsinler.

ilk yarı boyunca bir ümit hadi idare ediyorsunuz, aaaa o kız güzelmiş, ooo hacı pazulara bak filan derken zaman geçiyor, hani bir hayal kırıklığı, dolandırılmışlık hissi var ama bir ümit olan bu adamlar bu kadar para harcamışlar, herhalde savaş sahnelerinde oha yuh filan deyip kendimizden geçeriz diye hala boş bir ümit var.

arada sultan mehmet istanbul'u fethetme kararını dolu dizgin uygulamaya koyuyor ama, o kadar primitif bir senaryo var ki, ne karar verdi, nasıl verdi,süreç nasıl işledi, hiç, yok, bomboş... Dialoggların salaklığını şöyle anlatayım, ileride toplarımızı yapacak amcanın kızı geliyor Genova'dan, geçen dialog, kızım yolculuk nasıl geçti, iyi idi baba, biraz rüzgar vardı... nasıl lan? adamlar sene 2012'de mi yaşıyor? Elixir yol nasıldı? Hacı çok trafik vardı. Uruk sen nasıl geldin? yürüdüm valla, yemedi araba çıkarmak.

fetih sahneleri komedi ötesi... Ha, fetih daha başlamadan bir rahip karakterimiz var, roma'dan gelecek yardıma karşı. zira vatikan tamam el veririm ama siz katolik usulu altımızda olun, misyoner yapacağız diyor, amcam tabii olaya şiddet ile karşı. Oyuncu Adnan Kürkçü arkadaş, inandırıcılığı geçtim, adamın surat zaten komik...

Recep Aktuğ'u Konstantin yapmışlar, bildiğiniz Kayhan Yıldızoğlu... Bekliyorsunuz Malkoçoğlu ne zaman çıkacak diye... Filmden çıkınca Cüneyt Arkın'ın ellerini öpmek geliyor içinizden, abi kıymetini bilemedik filmlerinin diye.

40 gün boyunca istanbul fethedilemeyince sultan giriyor depresyona, kapatıyor kendini otağa... Ve artık bizi komple koparan akşemsettin giriyor sahneye...

Arkadaş, hadi cast'ta ucuza kaçmışsın, neden bu adam sevgili yönetmenim? neden bu adam? Raif hikmet Çam... adam peltek, konuştuğu süre boyunca biz gülmekten ikiye ayrıldık. Yazıktır, ayıptır ve dahi günahtır.

O senaryo için neden para vermekten kaçtınız? Atilla engin kimdir arkadaş? samanyolu tv için film çekti iseniz, yazık bu paraya, emeğe.

Filmde ne güzeldi derseniz:
Lağımcıların vücutları süperdi, allah için kim seçti ise eline sağlık, abilerdeki six pack diyeyim kimsede yok... o radde...
Ulubatlı Hasan'ı canlandıran İbrahim Çelikkol bir içim su, ama oynamaya kasmasın, soyunsun
Cengiz Coşkun arkadaşımız keza... Ço küsel... bayıldım...
Era abla var: Dilek Serbest, hakkat serbest ise biriniz alın, evde besleyin diyordum ki thank to google evlenmiş olduğunu da öğrendik. 2005 civarı, Fatih Aksoy ile berabermiş, bu da araştırma sonuçlarımızdan...

Bitti işte...
bu kadar reklama, bildiğin bamya...
elimizde patladı...

Emeğe yazık deyip, 2 düzgün kelam edesim var, ama maalesef... çıkmıyor tek kelime.

Ha sinemadaki badem bıyık grup, nefessiz seyretti, sanırım pek beğendi, Fatih surları deldiğinde alkışladılar filan, sanırım ne içtilerse ondan içip giderseniz filme pek mutlu mesut çıkarsınız, ihtimal pek yakında STV'de...

japanese denim


Bugün engin tekstil bilgime bir bilgi daha eklendi

Efenim japanese denim diye bir kumaş varmış
nedir efenim bu kumaş? normal kotlardan biraz/epey daha kalın dokunuyor, denim enleri normalde 140-150 cmlerde iken bu kumaşta maksimum 90-100 cm olabiliyor
ayrıca kumaş kenarları halk tabiri ile ayrıca renklendirilmiştir.
Aldığınız denimin japanese denim olup olmadığını nasıl anlayacaksınız?

- alıştığınızdan çok daha tok bir kumaştır
- jean'in iç dikişlerine ve paçalarına baktığınızda renkli bölümleri görürsünüz, tabii bu renkler sonradan eklenmiş olmamalı, kumaşın örgüsünde olmalıdır.

alabileceğiniz en pahalı jeanler genelde bu kumaştan yapılmıştır, çünkü sarfiyat normalin nerede ise 2 katıdır. ayrıca bu tip jeanler zaten doğası itibarı ile pahalı olduğundan genellikle ham olarak bizlere sunulurlar, yani üzerlerinde genellikle bir yıkama, eskitme vs gibi extra işlem olmaz.

öğrendiniz, şimdi dağılın ve paranıza kıyıp bir japanese denim alın.

fiorentina


Oriana Fallaci

"sen çirkin kaba saba bir adamdın, iyi sevişmez, doğru düzgün yemek yemeyi bile bilmezdin, ama yine de seni seviyorum, çünkü sevmek karşındakini hatalarıyla, eksikleriyle, kötü haliyle herşeyiyle kabul edebilmektir, onu böyle içselleştirmektir"

cesarettir böyle sevmek
ama boştur
elin sonunda boş kalacaktır
çünkü senin o sevişin, karşıdakinin kendini aşırı önemsemesine ve daha fazlasını elde edebilirim diye düşünmesine yol açacaktır.
Ve sen en büyük cesareti göstermiş halin ile, sil baştan yapmaya mecbur kalacaksın.

Belki bu yüzden demişler davul bile dengi dengine diye.

first time

ne zaman bilmiyorum ama





ben bu otelde kalacam arkadaş, takıldı kafama bir kez
Çetmihan

şans


en son yaklaşık 21 sene önce sarhoş olmuştum
çakır keyiflik değil lakin bahsettiğim, bildiğiniz fırıl fırıl dönen dünya

laf aramızda sevmem tam sarhoş olmayı, kontrolü kaybetmeyi; hem birilerine yük olma kaygısı, hem de control freak bünye getirisi.

ama dün koptu film.
tüm stres, üzerine hani düşsem de sorun yok yanımdaki kişi güvenilir düşüncesi herhalde
bıraktı beden kendini
bildiğiniz içki içmiş teenage

sabah tüm zorluğu ile başladı
gel cuma gel

......


celentano:


vorrei dire non conviene
sono io a pagare, amore, tutte le pene.

green salad / buyaka


bir kaçtır avm ler de gözümüze takılan green salads'ı dün şereflendirdik
beklediğimden epey iyi çıktı açıkçası
birimiz mantı, diğerimiz combo tabaklarından birini aldık.
combo tabağı tatmamakla beraber tavuğun suyunu kaybettirmeden pişirilişi, eriştenin gerçek yumurtalı adam gibi erişte oluşu vs derken bence iyi puanlıktı

mantısı kaşık-la mantısı ile yarışabilecek düzeyde nerede ise, gerçi biri anne usulu sulu mantı, diğeri süzülüp yağda kavrulmuş. çok aynı kulvarda koşmasalar da, elde olmadan kıyaslamaya giriliyor.

tatlı olarak seçilen waffleda dondurma ve çikolata kalitesine hayran kaldığımızı belirtmeden geçemeyeceğim. Waffle pişirmeyi henüz tam çözememiş olabilirler, lakin o çikolata her şeyi örtüyor.

neticede midemiz yanmadan, kesemizi de yakmadan, keyifli sayılabilecek bir halde ayrıldık mekandan.

bir daha gidilir ve özellikle tatlı yenir düşüncesindeyim.

sabah sabah


aforizma sonrası 40 yıllık tercihimi değiştiriyorum:

rakı içen adam kalitelidir
beyaz peynire alışmıştır
kaşarla işi olmaz

bir akşam yemeği


Şimdi önce anlaşalım, nerede yediğimizi kafamı kesseniz söylemem, zira buranın bozulma ihtimalini bile düşünmek tüylerimi diken diken ediyor. sadece şunu düşünün: denizin kenarında, sigara allowed ve ortada zerre duman yok, servis güler yüzlü, meze dediğin şeyin ucu bucağı yok ve hiç biri birbirinin tekrarı değil, lezzeti bozuk en ufak bir şey yok, etrafta rahatsız edecek en ufak bir şey yok, garsonlar bilgili, istanbul'da görülmeyecek kadar geniş bir şarap seçeneği var. Ve tüm bu güzelliklere komik ötesi bir ücret alınıyor. Derinden türk sanat müziği geliyor. Size kalan tek şey, güzel bir sohbet, kadehleri tokuşturmak ve de tadını çıkarmak.

ikram ettikleri kuzu kulağı (göbeği) mantarına gelince: bugun itibarı ile tanışacağım, bu mantarı bilen ve seven ilk talihli ile evlenip, ömrümü kendisini mutlu etmeye vakfedeceğim, üzerine boy ön şartı da aramayacağım.

11 tek adet geçti bu boğazdan, ve aklıma gelen her şeyden daha güzel... ve aklıma gelen her şey, bu meretin verdiği keyfi veremez. aşığım, ötesi yok

fava yapıyorum diyen garibanlar için sayfa sayfa laflar hazırladım.

tarator... ya tarator... bildiğiniz beyaz ceviz, dövülmüş, tam ayarında bırakılmış, rondolara kurban edilmemiş

kalamar: hiç bir parçası ziyan olmamış, pamuk gibi, zerre yağ yok

ahtapot ızgara: ahtapot diye yedirilen lastiklere inat, bir bıçak darbesi yetiyor, ağızda başka dağılıyor

ve kelle peyniri... bilmeyin ve yemeyin arkadaşlar, hepsi benim olsun











bir sabah kahvaltısı


cunda yoluna girerken ekbir tesisleri.
garsonlarımız pek güleryüzlü değil, ama denize karşı, bol güneş, güzel çay, ve aşağıdaki o harika pide/ekmek ve yol yorgunluğu ile açlık varken, ne kadar güzel geldiğini anlatmak mümkün değil.
gelen peynirlerde kötü kaliteye rastlanmadı, ama tavana vuracak lezzetlerde olmadı.
lakin sucuklu yumurta... lakin sucuklu yumurta...
daha güzel bir şey düşünemedim o sabah için.
nasıl yedi isek, akşam yemeğine dek ağızdan lokma geçemedi.

kahvaltının en komik anı deli çoban köpeği oldu :) yaşlıca bir hanımın köpeği, deliler gibi oradan oraya koşmaklar, zınk diye durmalar, en çok beni sev bakışları atmalar...

bir de biz orada deli gibi tıkınırken spor yapan ayvalık halkı, sizleri takdir ettik, ama kondisyon namına alınacak çok yol var daha.




bir pansiyon: taksiyarhis











kalbimin bir kısmını da bu şerefsizde bırakıp geldim geriye.
zilli, hır hır vır vır her şeye havlayan, olur olmadık yere pat diye kakaları bırakmaya müsait bir it, ama sevgili işte, atsan atılmaz, gel desen gelir :)
hani yalan söylemeyeyim, karma gereği bana en ufak bir tersosu olmayan zat-ı muhterem, kimilerine sadece kaka bırakmakla vakit geçirdi ki biz buna takdiri ilahi veya karma is a bitch diyoruz :)

pansiyonun diğer konuğunun aklı çok başka detaylarda kaldı ise de, ben sizleri ilgilendirebilecek detayları vereyim. Bir kez çok temiz, kapıda ayakkabılarınızı terk ediyorsunuz. Beyaz sabunlar her yerde. yataklar son derece rahat ve yine çok temiz, personel son derece güzel ve de güler yüzlü, hoş sohbet. fiyat son derece uygun, lokasyon güzel.

her yer detay, detay. kafanızı çevirdiğiniz her yerde ya bir kilim, ya bir tablo, ya bir mask, ya bir lamba... içeride sıkılmadan bile epey zaman geçirilebilir, yakınında otoparkta var, sezonda nasıl olur bilemem ama bu mevsimde gayet boş.

kendi adıma memnuniyet ile 10 puan

evler: ayvalık








gönül isterdi tabii elde olsun güzel bir makine, ve bende detayları yakalayacak güzel bir göz olsun da, sizlere tek tek hayran olduklarımı gösterebileyim. eldeki çoğu zaman çekmeye üşenen makine ile aşağıdaki kadarı çıktı sadece.
ama demem o ki, ayvalığın içi kendini bir çok yere nazaran çok güzel korumuş.
eski rum evlerini, ve üzerlerindeki detayları, var olan huzuru keyifle seyrettik, ve dahi döne döne seyrettik.
kalbimin bir parçası orada,, bir kaç detay burada:

çamlıca köyü


akşam saat kaçtı geçtiğimizde hatırlamıyorum.
muhtemelen 1-2 gibi olmalı
o karanlığın içinde sağda ışıl ışıl bir köy
ama nasıl ışıl ışıl, parlak, gözler başka hiç bir şeyi seçmiyor.
yememişler, içmemişler ışıklandırmaya para harcamışlar.
Dönünce bakındım, var mıdır bir önemi, özelliği diye.
bir bilgi yok kayda değer

sadece orada parlak bir köy var uzakta

bir pazar yeri




uçsuz bucaksız bir pazar değil
gözleri kamaştıracak kadar çok çeşitte yok

enginar desen, istanbul'dan pahalı, ama pek körpe idi, aklım kalmadı desem yalan.

ve fekattttttttt peynir ve zeytinde durmak lazım... çeşit, boy ve fiyat bizi bizden aldı. Elixir efendi 2 kiloya yakın zeytin çeşitleme yaptı, ben daha mütevazi davrandım.
zeytinci amcalara bir tur daha yaptık sonra, elixir bey yağlarından da bir şişe aldı, rengi muhteşemdi, sanırım tadı da öyledir.
Hele amcaların tatlı dilleri, anlatışları, tattırışları. Özlediğim konuşmalardı hepsi.

peynir ise kendimi kaybettiğim nokta.
Tadında isminde bir tezgah vardı, nasıl çakır gözlü sarışın güzel bir genç başında, bir yandan tattırıp, bir yandan bilgi verişi, saygılı ama samimi hali bizi bizden aldı. kelle, ezine 1 senelik keçi/koyun karışık, hellim benzeri tuzsun bir peynir falan filan derken kaybolduk. Bir de kibar çocuklar, aldığımız simitlere katık ikram peynir verdiler mi? bir de kargo yapıyorlarmış her yere, BU LINKDEN ulaşabilirsiniz kendilerine. Kefiliz, üzerine bir daha kafamı kesseniz başka yerden peynir almam.

Pazardan aldığımız domateste utandırmadı, burada yaklaşık 7,5 tl karşılığı satılan domateslerin kilosu 2,5 lira idi.

aklım otlarda kaldı ama, ev lazım, rakı sofrası kurmak lazım, gelecek dostlar lazım diyerek, başka sefere dedim kendi kendime.

bir uyudum hayatım değişti


gezelim görelim öğrenelim kapsamında, gittiğimize en memnun olduğum nokta altınova oldu.





kendim çekmemişim, durumun güzelliğini size anlatacak fotoğrafta bulamadı bana google efendi. Ama yukarıda en azından neden bahsettiğimi anlarsınız.
sahile gelip, bu köprüden balık avlayanların yanından geçip kumsala iniyorsunuz.
kum sapsarı değil, manyak tesisler yapmamışlar, lüks adına ya da güzellik adına ne arıyorsanız yok, olan ne derseniz ne anlatırım size bilmiyorum.

şunu anlatabilirim, önce bir sigara içtim, sonra elixir buruna yürüdü, o yürürken ben kendimi kuma attım, kaç dakika gözlerim kapalı yarı uykuda kaldım bilmiyorum, gelenler geçenler olmuş diye rivayet etti elixir bey, fark etmedim, dalga sesi vardı, güneş vardı, ve vucudumdan akan giden kızgınlıklar, kırgınlıklar vardı.  Hepsi gitti, nereye gittiler, nasıl gittiler bilmiyorum. Tek bildiğim, gözümü açtığım an yavaşça kalktığım ve her şeyin başka olduğu.

ola ki bir yaz günü buraya giderseniz, manyak mı bu kadın demeyin. Ben orada iken kimse yoktu, martın son günü idi, sessizlik ve güzellik başka idi.
Bana ilaç oldu altınova

Egemen


bu yolculuğun en unutulmaması gereken kahramanlarından biri de egemen :)
Egemen kimdir? Neyin nesidir? Nerelidir? Kaç yaşındadır?

hiç birinin cevabı yok bende.

Şeytan sofrasına çıkmakla başladı her şey.



şeytan ayrıntıda gizli işte, bu manzara adama her türlü şeytanlığı yaptırır, içirir, sarhoş eder, aklını alır.
Elixir iblisi hacı oldu burada nihayet, official iblis artık :)
kuzu kuzu çay içtik nasılsa, yorgunluktan olsa gerek.
etrafı seyredip, ahali ile hafiften kafa bulurken girdi hayatımıza Egemen kardeş.
Sapsarı uzunca saçlar, muhtemel 1,80 civarı boy, camel erkeğine uygun giyim kuşam, tahminim columbia ayakkabılar, orta sert bir ses tonu. Güzel kardeşimizin bir takım alışkanlıkları varmış eskiden, hani bir şekil elinden bırakmış alışkanlığı ama, akıldan çıkmamış, çeneye vurmuş, ama ne vurmak, o mesafeden biz garibin acısını anladık, içimizde hissettik. Bizi yerden yere vurdu acısı, yanındaki amca ise dayanmadı yarım saat, kaçtı gitti.
Hazır sofrasında iken şeytan fısıldadı, gel Egemen, gel evladım, sana gösterelim hayatın esas anlamını demek ama, gezecek yerimiz, gidecek yolumuz, ve kimsenin bozmasını arzu etmeyeceğim bir huzur vardı ortada.
Oysa Egemen kardeşimi alsak, akşam yemek yediğimiz adı anılmaması gereken yere götürsek, iki kadeh parlatsak, üzerine de cila çeksek, Egemen'in derdi tasası, hayatın anlamını arayışı kalmayacaktı.

Hoşçakal Egemen, elbet görüşürüz bir gün, bu sefer pas geçilmeyeceksin :)

bazen


beklemek, debelenmekten iyidir
sabır göbek adınız ise tabii

örümcek gibi sabırla
ağ örülür
yem kendi rızası ile gelir
yediğin için pişmanlık duymazsın sonra
vicdan seni rahatsız etmez
hazmederken arkaya yaslanılır, ve mideden gelen gurultular dinlenir :)


funny story ver. bilmem ki kaç...

dumur desem değil


akşam bira cips salsa üçlüsü ile sohbet ederken, laf lafı açıp tanışılan enteresan insanlara geldi.
Enteresan derken vay be adama/kadına bak bravo cinsi değil elbet, hadi canım yalan söylüyorsun, olmaz ama bu kadarı insanlarından bahsediyoruz.

Söz konusu onkolog bir hanım kızımız, alanında son derece başarılı, hani biraz google search ile vay be denecek cinsten. Bir sempozyuma gitmeden önce, belli bir konuda yardım istemiş ortak tanıdığımızdan, o da esirgememiş tabii engin bilgisini, başlamış anlatmaya. Anlatırken sadece didaktik bilgileri değil, işi süsleyebileceği, sohbetini renklendirebileceği bilgileri de aktarıyormuş hanım kızımıza. Laf gelmiş coppola'ya da dayanmış ki hanım kızcağımızın yapmayı düşündüğü sohbette epey kilit bir nokta. Lakin hanım kızımız coppola kim ki sorusu ile, ortak tanıdığımızı yerden yere vurmuş gülmekten.

Tabii bizim tanıdık açığı bulunca, sağlı sollu vurmaya başlamış ve bir süre sonra anlaşılmış ki, hanım kızımız sinema adına hiç bir şey seyretmemiş. Ortaokuldan itibaren tek hedefi tıp fakültesine girmek ve onkolog olmakmış, hayatta başka hiç bir şey ile ilgilenmemiş, ama gerçekten hiç bir şey ile ilgilenmemiş. Ne bir kitap, ne bir film, ne müzik, hiç bir şey...
Şimdi de sempozyumlara vslere katıldığında, insanlarla sohbet edebilmek için böyle yan destekler almaya çalışıyor. Yaş 38.

Önce bir karnımızı tuta tuta güldük, sonra üzüldük...
hayat daha keyifli olmalı, pas geçilmemeli.
Hedefe kitlenmek güzel ki hanım kızımızı ikimizde bu konuda anlayacak yerdeyiz, lakin hayat ve keyifleri kaçmamalı, insan sanatı bile sadece kendini satabilmek için öğrenmek istememeli.

Allah islah etsin deyip, gecemize devam ettik ama şimdi bile bir burukluk içimde hanım kız için, bu sohbete meze olmak durumunda kaldığı için.

coppola deyince akşam beri


çıktı saklandığı yerden albüm
siz de başlayın dinlemeye


Wine-colored days warmed by the sun
Deep velvet nights when we are one

Speak softly, love so no one hears us but the sky
The vows of love we make will live until we die
My life is yours and all becau-au-se
You came into my world with love so softly love

.Herşeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Ben köşeleri çok olan bir insandım. Yaman beni eğitti... Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ''biz'' olabilme halidir...İnsan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz... Biz birbirimize karşı çok saygılıydık... Eee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik... Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi...

gidebilmenin ve saygıyla dönebilmenin özgürlüğü ah çektiren

beni...



mehmet teoman bazen yapıyor işte bunu
ana dilin verdiğini kullanmış
anlatmış
benim için en yorumlayan altta
bir kaç kez tekrar ettik biz beraber
nereden geldi akla bilinmez, (yalan) bilinir de söylenmez

bir daha...

gerisi senin olsun



fenerbahçe dominos pizza


SANA LAFLAR HAZIRLADIM!!!!!
ARKADAŞIM, BEN SENDEN HİÇ ALIŞVERİŞ YAPMADIM
KONUM İTİBARI İLE YAPMA ŞANSIM DA YOK
NE AÇILAN TELEFONLAR, NE RİCALAR SENİN BANA SMS GÖNDERMENİ ENGELLEMİYOR
MANYAK MISIN? PARAN MI BOL?
NEDEN BANA BU ÇİLEYİ ÇEKTİRİYORSUN?

ZATEN DOMINOS SEVMEM, TÜY DİKTİN ÜZERİNE
Bİ GİT HAYATIMDAN VE TELEFONUMDAN
HADİ CANIM, HADİ GÜZELİM

çadır tiyatrosu


***meral okay...


Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oyuncuydu, ben de Ankara’da yaşayan bir öğrenciydim... O zamanların Ankara’sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70’li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi. Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay’la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili’ydim ben. O yılların derli toplu Ankara’sında sık sık görüşme şansımız olurdu... Yaman’la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar. O sinemaya “Sürü” filmi ile geçince İstanbul’a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul’a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır... Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik... Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman’ın eşyaları var... Küçük küçük poşetlerle sızmıştı... Aşk bir sızma hâlidir. Ben Ankara’dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış... Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti...


Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman’ı hep bir lunaparka benzetirim... Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi... Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi... Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım... Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, “canımın içi” derken bile bazen tonlamamdan dolayı “hadi canım!” anlamı çıkabileceğini falan gördüm. Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı... Bunu Yaman’ın aynasında görünce “Aaa çok fena bir şeymişim!” dedim... Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. “Benimle o garnizon sesiyle konuşma” derdi...


Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı... Ben derdim ki; “Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!” diye... Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu...


Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü’ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu... Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum... Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı...


Bizim Yaman’la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı... O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır... Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.


Ben, köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti... O hüzünleri, ironik bir neşeye, çevirebilme ustasıydı... Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik...


Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden “biz” olabilme hâlidir... İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz...


Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep...


Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik... Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi... Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir...


Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı... O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman’la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın... O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız... Onun yanında kirli kalamazdınız...


Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1,5 ay sürdü... Tıp hastalığının süratine yetişemedi... Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı... Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm... Orada bile hızlıydı...


Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar... Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular... Sonra o film çekildi; Yeşim’in ilk uzun metraj filmidir “İz” filmi ve Yaman’a adadılar... Yaman’ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı... Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık... Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor... Bende, harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü... Asmalı Konak’ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim...


Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana... Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın...


Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır... Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz’ı turlardık...


Sezen’i anmamak olmaz: Sezen, Yaman’ın çok yakın arkadaşıydı... Ben Yaman’dan dolayı tanıdım... Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur... Sızar ve siz bunu anlamazsınız... O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu... Yaman’dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim... Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni... Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı... Birlikte yazdığımız ilk şarkı “Masum Değiliz”. Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece... Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna... diye. Yaman’dan iki ay sonra yazdık... Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti... O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu... Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. Çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için... Sezen’in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır...


Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır... Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep... Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz..


Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum... Risk almıyorlar... Aşk emniyetli bir şey değildir... Emniyetli olan sevgidir... Aşk ehlileşmez... Sakinleşemez... Öyle olursa akraba olursunuz... Bir de aşık olunacak mecra kalmadı... Artık ortak alanları paylaşmıyoruz... Bizim agoramız yok artık... Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde... Bu hem maddi hem manevi bir şeydir... Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir... Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde... Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk... Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor... Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı... Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık... Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara...


Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.


Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın... Ali Poyrazoğlu dedi, “Aşk bir kör atlayıştır”.


İnsanların birbirleri için “sağlama” yapacakları alanlar kalmadı... Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın... Son bir aydır “Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım” mesajını, ben şu cümleyle alıyorum...

“Babam ve Oğlum’u gördün mü?”

“Hee gördüm!”

“Ağladın mı?”

“Sana ne?”

Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım... Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki... Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım... Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı...


***


Yaman Okay’ın ölümünden sonra anısına yazılan, söz ve müziği Sezen Aksu’ya, düzenlemesi Erkan Oğur’a ait “Adamların Adamı” adlı şarkının sözleri şöyle:


bu yaz güneş biraz daha eksik,

el ele verin azaldık

yine o tanıdık serinlik.

işimiz çok zor...

bu yıl herkes biraz daha korkak

bu ne çaresizlik ah yandık

dayan yürek dayan

giderek işimiz çok zor.

ah koca oğlan oyun ettin

bu iş burada bitmez

söylenecek çok söz kaldı

sana bir ömür yetmez.

ah nerelere gittin aman söyle

bu ayrılık ne yaman söyle

adamların adamı uykuda mısın?

apik


tüm çevrem bayılır işkembeye
benimse hiç alakam yok kendisi ile
hani koyun eti gibi, piştiği yere giremezliğim yok ama güle oynaya da gitmem hani
sakatat familyasından bir kokoreç ile aram iyidir gerçi
beyin, böbrek, ciğer dediniz mi koşar adım kaçarım
buna rağmen hepsini de güzel yaptığım rivayet edilir, kefil olamam zira tatmadım hiç yaptıklarımı.

Evlilik hayatının gece gezmelerinin genelde sonu idi apik, özellikle ikinci perdede. içim acımıştır her daim oraya bırakılan paralara ama, bazen karşınızdakinin gözündeki keyif amannnnnn dedirtir.

ne keyif alırdı o köhne yerden bilemem, muhtemelen lezzettir onu çeken.
diyeceksiniz nereden çıktı şimdi bu apik.
facebook meretinde bir resim gözümün önüne sahneler getirdi
gelmişken iki satır yazıldı işte
önemli bir durum yok
dağılabilirsiniz

istanbul süprizleri (niyet j'adore)


bu şehir her gün şaşırtmaya devam ediyor beni
uzun ara sonrası istiklal yine
dediler ki gel saint antuan'a
karşıya bak
gir sokağa
git en dibe
al sana çikolata mabedi

bir arkadaşımın doğum gününü atlamışım ayvalık sevdasına
hadi dedim gel seni götüreyim
gittik tintin
ama gel gör ki hiçççççç içimizi açmadı mekan
hava sıcak
yer dar
ama ama diye ağlaşıyorduk, dediler ki gençler yan dükkan da bizim
orada pizza mizza da var
aynı servisi orada da yapıyoruz
öpesimiz geldi ve nispeten daha ferah yan mekana geçtik
girişte o pizzalar bizi bizden aldı, dedik kardeş bize birer pizza, birer kadeh şarap önce
peynirli pizzanın nefaseti (ki 4 formaggi yedim, son derece güzeldi) maalesef et şarküteri grubunda yok, ama ince çıtır hamur affettirdi az biraz kendini, kaldı ki acı biberli zeytinyağını sormadan getiren mekan ve kareli örtüler, fondaki derinden gelen müzik beni romaya taşıdı az biraz.
sonra geldik tatlılara: sufle, beatrice, pasta, fondü ama ama ama derken akıllı olup beatrice ile yetindik
memnunuz
yine yaparız biz bu işi

siftah

öyle ya da böyle seviyorum yazmayı
pek mühim bilgilerim yok
dünyayı kurtarmıyorum
gurme ya da seyyah değilim
basit insanın basit hayatı neticede

uzun sözün kısası bazen yazmak hayatı kurtarıyor
hepimizin de kendine ait bir alana ihtiyacı var
bugüne dek başkalarının alanlarında, ortak ya da misafir sanatçı olarak faaliyet gösterdim
ama herkesin dükkanı kendine zamanı geldi, belki de biraz geçti
kendi dükkanımda, canım çektiğince, günah ve sevapları ile, en önemlisi özgürce